Archives for Genel

ilişkide döngüler

İlişkide Denge Bozan Döngüler

İlişkide denge bozan döngüler

İlişkide denge bozan döngüler, “ebeveyn ya da çocuk”, “efendi ya da köle” rollerine girmek!

Hiyerarşik bir ilişkide aynı anda iki tane yetişkin yoktur, karşılıklı denk bir duruş sergilenemez. Yetişkinlerin yapmaları gereken gerçekçi sınırlar üzerine konuşabilmek, kendini duyurmak yerine, ara ara ortaya çıkan ses yükselmeleri, uzaklaşmalar, pasif agresif tutumlar, küslükler görülebilir.

Zaman geçtikçe kişi konumundan dolayı kendini “mağdur” hissederken ötekini gözünde “zalim” görür. Ancak bu sürdürülebilir değildir, mağdur olanın şiddetli patlamasıyla tersine döner. Mağdur zalimleşir ve zalim olanı mağdur eder.

İlişkide denge bozan döngüler, “ebeveyn ya da çocuk”, “efendi ya da köle” rollerine girmek
Karşılıklı sorumluluk alabildiğiniz denk bir yetişkin ilişkisi kuramadıkça, geçmişten alışık olduğunuz hiyerarşik bir döngünün içine doğru çekilirsiniz. Kendinizi “ebeveyn ya da çocuk”, “efendi ya da köle”, “kontrol eden ya da kontrol edilen” şeklinde konumlandırabilirsiniz. Yetişkin İlişkisinde uçlara savrulmak ilişki dinamiklerini bozar. Gerçekçi sınırları olan ve güvende hissettiren bir ilişki inşa edilemez ve
sürdürülemez.

Bir taraf fazlasıyla vericiyken, devamlı anlayışlı olmaktan bıkabilir, yorulabilir ve duygusal karşılık göremediği için partnerine öfkelenebilir, vericiliğini sürdüremediğinde kabul görmeyeceğinden korkabilir. Diğeri ise sürekli bakım bekleyen, destek ihtiyacı olan bir konumda durdukça, bir süre sonra kendi
muhtaçlığından rahatsız olabilir, yetersiz hissedebilir, kendini partnerine bağımlı hissettikçe, İçten içe öfkelenip onu suçlayabilir, hem de partnerinin kendisinden bıkıp, sırt çevirme ihtimalinden kaygı yaşayabilir.

Zamanla her iki taraf da ilişki içinde yıpranır, rahatsızlık artar, kendini mağdur edilmiş gören taraf (iki taraftan herhangi biri olabilir) isyan eder, ötekini zalim ilan eder ve ilişkide süregiden ilişki tersine döner! Mağdur olan zalimleşir ve zalim olanı mağdur eder!

Eğer gerçek benliğinizin kabul görmeyeceğine inanmışsanız, içinizi dürüstçe açtığınızda, en gerçek halinizle var olduğunuzda sevilmeme tehlikesi sizi korkutabilir. İlişkilerinizde maskeler takabilir, yetersizliklerinizi, sır olan gerçeklerinizi, sahici istek ve arzularınızı gizleyebilirsiniz. Kendinizi gizlediğinizde ihtiyaçlarınızı partnerinize sağlıklı şekilde duyuramazsınız. Kendini gizlemek, içini aç(a)mamak, gerekli anlarda cesaret gösterip zorlayıcı konuşmaları yap(a)mamak, “anlaşılmama”, “duyulmama”, “görülmeme” ile ilgili geçmişten gelen duygusal yaralarınızı deşer, sizi tetikler, ilişkide ihtiyaç duyduğunuz, sizi rahatlatacak sınırları çizemezsiniz.

Gerçekçi sınırlarınızı duyuramadığınız bir ilişkide çatışmalardan kaçınabilir ya da bir süre sonra öfkeyle patlayarak tepkiler verebilirsiniz. Kendiniz gibi olamadığınız ilişkilerde aidiyet geliştirmez, heyecan duyamaz, güçlü bağlar inşa edemezsiniz.

Kendi gerçekliğinizi saklarken dışarıya gösterdiğiniz ikame karakterinizi “gerçek benliğiniz” sanabilirsiniz. Örneğin ilişkide aşırı verici bir konumdaysanız “ben ilişkilerimde verici olmayı seven, fedakar biriyim”, “sorunları hep çözen tarafım”, “güçlüyüm, tek başıma her zorluğun üstesinden gelirim”, “desteğe ihtiyacım yok kendi kendime yeten biriyim” diyebilirsiniz.

Eğer İlişkide uzak duran, kaçıngan davranan ve gerektiği gibi sahiplen(e)meyen bir taraftaysanız “özgürlüğümün kısıtlanmasına izin vermeyen biriyim”, “katı sınırlar çizebilirim çünkü kendime saygım var”, “partnerim istedi diye esnememek güçlü karaktere sahip olmanın göstergesidir”, “ya kontrol edersin ya da kontrol edilirsin”, “bana değer veren kişi istediğim şeylere de uymalıdır” diyebilirsiniz. Oysa bu kimlik tanımları güvende hissetmek için geliştirdiğiniz psikolojik savunma mekanizmalarınıza hizmet eden ve onları besleyen tanımlardır/maskelerdir.

Savunma mekanizmalarınızla ilişkide yine alışık olduğunuz “kontrol eden ya da kontrol edilen”, “efendi ya da köle” rolüne bürünebilir, bildiğiniz konumdan ilişki kurarak partnerinizi bir anlamda “test edebilirsiniz”. Yani ilişkide bilinçaltı şekilde taktığınız ikame maskeyi “gerçek benliğiniz” zannedersiniz. Taktığınız “ikame maskeler”, gerçek benliğinizi gizledikçe, paradoksal şekilde kendi güvensizliğinizi daha da besler.

Güvenlik sandığınız stratejiler sizin için tehdidin kendisine dönüşebilir. Aslında bir ilişki sürdüğünde taktığınız maskeler her halükarda zamanla aşağı inecektir. Yakınlık arttıkça kabul görmeme tehdidi, size kendini daha güçlü hissettirir, yıprandıkça toleransınız düşer. Bir ilişkide bağlarınızın her an kopmasından korktuğunuzda aidiyet geliştiremez, ilişkide köklenemez, coşku hissedemez, hem partnerinize, hem de kendinize güvenmezsiniz! Tutunduğunuzu hissedemediğiniz ilişkilerde bir ayağınızı hep kapının dışında hissedebilirsiniz.

Gerçek benliğinizi açmada güçlük yaşamanız, gerçeklerle temas edebilme kapasitenizi kısıtlar. Kendinizi objektif değerlendirememek, sağlıksız tutumlarınızı size meşrulaştırır, sizi bir şekilde “haklı çıkmak” zorunda bırakır. İhtiyaçlarınızı duyurmadığınız İlişkide kendinizi anlama sorumluluğunu partnerinizin üstüne devredebilirsiniz. Kendi içinizde tanımlamada güçlük çektiğiniz ihtiyaçlarınızı, sizin yerinize onun anlayıp öngörmesini, sizin yerinize gidermek için onun çaba sarfetmesini bekleyebilirsiniz.

Bu durum bir nevi ağlayan bir bebeğin anlayamadığı sıkıntısını yatıştırmayı ebeveyninden bekleyişine benzeyebilir. Bu durumu ilişkide “özel hissetmek”, “ayrıcalıklı davranılmak” diye tanımlayabilirsiniz. Oysa gerçek benliğinizle yüzleşemedikçe tanımlayamadığınız gerçek ihtiyaçlarınızı gidermeye yönelik olmayan hiçbir çaba sizi gerçek anlamıyla tatmin etmez.

İçsel dünyanızda kendi tanımlayamadığınız duygu ve ihtiyaçları sizden daha iyi anlamak, yetişkin ilişkisinde partnerinizin sorumluluğunda olamaz! Gerçek ihtiyaçlarınızı dikkate almadıkça onlara öncelik veremez, üzerine konuşamaz, gerekli diyalogları kuramazsınız. Kendinize sahip çıkmamış, kendinizi anlamamış, gizli kalan dünyanızı çarpıtarak ortaya koymuş olursunuz. Hatta destekleyici bir partnerin çabaları dahi böyle durumlarda size “anlaşılmamış” ve “tatmin olmamış” hissettirebilir. Dile getirilmemiş ihtiyaçlarınızla örtüşmeyen destek çabaları gözünüze sıradan gelebilir, size “partneriniz ne kadar uğraşsa da tatmin olamadığınızı” düşündürebilir.

İkame benliğinizden sıyrılarak gerçek benliğinizin yetersizlik ve kırgınlıklarıyla temas edebilmek belki acı verici olabilir ve rahatsız eder. Çünkü “gerçek benliğinizi dikkate almak”, “ona öncelik vermek”, “ilişkide kendini duyurmak” demek; aynı zamanda hata ve
zayıflıklarınıza da dönüp bakmayı, onlar için daha fazla sorumluluk almayı, yeri geldiğinde tıkanıklıklar üzerine dürüstçe konuşabilmeyi, sizin kontrolünüzdeki sorunlarda elinizi taşın altına koymayı, ilişkide daha sağlıklı ve olgun yollar geliştirmeyi gerektirir. Kendinizle böyle ilişki kurmak, olgun bir yetişkin İlişkisinde gerekli olan yaklaşımdır.

Hiyerarşik olmayan denk bir yetişkin ilişkisinde çiftler ilişkideki ortak alana duygusal, maddi ve manevi açıdan birlikte katkı sağlayabilmeli, ilişki içindeki değerleri gözetebilmelidir. Bunu yapabildiğinizde partnerinize ona değer verdiğinizi, saygı duyduğunuzu, hassasiyetlerini dikkate aldığınızı gösterirsiniz. Ortak çaba harcamak ilişkiyi kendi gözünüzde değerli hale getirdikçe, ilişkinizi daha fazla gözetmeyi, korumayı istersiniz. Bu zamanla, deneyimsel olarak geliştirilmesi gereken bir süreçtir. Başlangıçta partnerinize kendiliğinden hissettiğiniz aşk ve coşkudan daha farklı bir alandır. Emek vererek inşa ettiğiniz karşılıklı ve koşulsuz sevginin göstergesidir.

Bazen çiftler duygusal iniş çıkışlar yaşalar dahi aralarındaki inşa edilmiş bağ onları korur, sahip olduklarını daha fazla gözetme gücünü içsel olarak hissederek daha yapıcı tutumlar sergileyebilir, hem de bunu zamanla birbirlerine öğretebilirler. İlişkide saygı artar, iki taraf da kendi sınırlarını açıkça ifade edebilirken bu aralarındaki bağı zayıflatmaz. Böyle bir ilişki size gerçekten özgür hissettirir. Görüldüğü gibi sevgi, güven, özgürlük gibi kavramlar kendiliğinden değil zamanla, emekle, dürüstlükle inşa edilebilen şeylerdir.

Sizler de ilişkinizde problemler yaşıyor ve artık baş edemiyorsanız, https://yekpsikoloji.com.tr ‘den bizlere ulaşıp, randevu alabilirsiniz .

Read more
kendinle barışmak

“İÇİMDEKİ BEN” İLE BARIŞMAK

İçimdeki Ben İle Barışmak

Yaşadığımız olaylar sonucu yaptığımız iç konuşmalar o olaya karşı davranışlarımızı yönlendirir.. Bir olay karşısında verdiğimiz tepkilerin çoğu iç konuşmalarımızla şekillenir. Bir kız görürüz ve içimizden ‘’çok güzel kız!’’ deriz. Daha sonra O kızla ilgili davranışlar sergileriz. Eğer kız güzel diye düşünüp, iç konuşmalarımızı bu yönde yaptıysak. O kıza karşı ilgi duyma davranışı geliştiririz yada olumlu duygu durumu içine gireriz. Şayet iç konuşmalarımızda O kız için ‘’ çok çirkin kız! ‘’ demiş olsaydık. O’na karşı sergilediğimiz davranışta olumsuz olacaktı. Yani bizim davranışlarımızı ve duygu durumumuzu iç konuşmamız yönlendiriyor.

 Hakan on yedi yaşında üniversite sınavına (Ö.S.S) hazırlanan lise son öğrencisiydi. Okulunda ve derslerinde başarılı bir öğrenciydi fakat Hakan özgüven problemi yaşıyordu. Hep kendisini diğer öğrencilerle kıyaslayıp onların kendinden üstün yanlarını buluyor ve böylece daha alt seviyede olduğu sonucuna varıyordu. Bu sonuç onun kendisine olan güvenini sarsıyor ve başaramayacağım düşüncesini destekliyordu. Halbuki Hakan’ın diğer çocuklardan daha fazla üstün yanı var olmasına rağmen kendini hep eksik yanları ile değerlendiriyordu. Hakan’ın beş üstün yanı bir üstün olmayan yanı varsa o kendini değerlendirmeye üstün olmayan yanı ile başlayıp olumsuz sonuca varıyordu. Bir nevi felaket tellallığı yapıyor ve sanki bir senarist gibi felaket senaryoları yazıyordu. Bu da kendine olan güvenini yok ediyor ve içindeki çalışma isteği kayboluyordu. Yani iç konuşmaları hep kendi aleyhineydi ve adeta kendi kendini aşağılıyordu. Kendindeki olanları yok sayarak, olmayanlar için kahrediyordu ve böylece bir boşluğa düşürüyordu kendini. Beyni artık bu iç konuşmalardan, iç hesaplaşmalardan o kadar yorulmuştu ki, derslerde anlatılanları anlamaz hale gelmişti. Kendi içinde verdiği savaş ile uğraşmaktan derslere odaklanamaz hale gelmişti. İçindeki bu savaş devam ettikçe, başaramayacağım düşüncesi büyüyor, derslerindeki ani düşüşte başaramayacağım düşüncesinin sanki bir göstergesi gibi algılıyordu. Kendine ‘’ Başaramayacağım apaçık, ben zeki değilim zaten ders notlarımda düştü. Bunu yapabilecek kapasite yok bende diyordu. Kendi kazdığı kuyuya kendini hapsetti ve tekrar kuyudan çıkamayacağım düşüncesiyle birlikte artık bir uzmandan yardım alması gerektiğini anlayarak bize başvurdu.

Tabi bize anlattığı sorun çok farklıydı yani Hakan’ın gördüğü sorun, yukarıda altığımız gibi algılamıyordu bunu. Kendini şöyle anlatıyordu ’’ Bende dikkat eksikliği ve algılama kıtlığı başladı. Artık öğretmenlerimin anlattıklarını algılamakta güçlük çekiyorum, dikkat eksikliğim var sanki geri zekalı gibiyim.’’ Yaşadığı bu endişe ve iç konuşmalarla kendini çok kötü bir duruma sokmuştu.

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Kendini bu kadar çok yargılamana ve eleştirmene sebep olan şey ne? Diye sorduğumda. Cevabı; ben kendimi eleştirmesem, yargılamasam bundan kurtulamam. Bu düşünce O’na göre belki doğruydu ama Hakan’ı nasıl bir kısır döngünün içine soktuğunu göremiyordu. Halbuki kendini eleştirmesi ve yargılaması kendine olan güvenini zedeliyordu.

Kuyunun içinden çıkmak istiyor ama aynı zamanda da çıkmasına engel olsun diye ayağına bağladığı ipi sıkı sıkı düğümlüyordu.

Tırmanmaya, çıkmaya çalıştıkça ayağına bağladığı ip (kendini eleştirme ve yargılama) O’nu tekrar kuyunun dibine çekiyordu. Böylece kendine olan güveni ve inancı her seferinde daha çok hasar görüyordu. Doğru bildiği yanlışların farkına varmasını sağladığımızda kendisi de bu duruma çok şaşırdı. İnsan nasıl kendine bu kadar acımasız davranabilir ki diyordu.

Evet insanlar kendilerine gerçekten çok acımasız davranabiliyorlar. Zaten birçok sorunla uğraştığımız bu hayatta birde ekstra sorunlar yaratmakta üstümüze bir başka insan daha bulamayız herhalde. Belki yaptığımızın farkında değiliz ama bunu fark edecek yetenek hepimizde mevcut. Ya da sizin içinizdeki bu yeteneği görmenizde yardımcı olacak biz psikologlar varız. Sadece yapmanız gereken bu imkanı kullanmak.

Yukarıda verdiğimiz örnek hayatımızın bütün alanlarına uyarlanabilir. İç konuşmalarımız bizi hayatımızın her alanında olumlu ya da olumsuz etkileyebilir. Eğer iç konuşmalarımızı, içimizdeki Ben’i anlayabilir ve O’nu yönlendirebilirsek elimizde çok güzel bir güç olur. Nasıl ki bir neşter doktorun elinde şifa cahilin elinde cefa oluyorsa, iç konuşmalarımızda bizim için şifa da olabilir cefa da. Kendimizi olumlu telkin eder, olumlu iç konuşmalar yapmayı öğrenirsek bu bize olumlu yansıyacaktır.

*İçinizdeki BEN ile barışmayı unutmayın!

Uzman Klinik Psikolog Yonca ECER KAYADUMAN

Read more
yetersiz hissetme

YETERSİZLİK DUYGUSU

Kendini Yetersiz Hissetme

Merhaba sitemize hoş geldiniz bugün sizlere yetersizlik duygusundan bahsedeceğim. Yetersizlik duygusu aslında bir çok psikolojik problemde karşımıza çıkan çok derinlerden gelen bir sorundur. İnsanların hayatını olumsuz etkileyen ve yaşamı kısıtlayan bir duygudur. Tabi bu duygunun ortaya çıkmasına neden olan bazı işlevsel olmayan düşünceler vardır ki bu düşüncelerin temeli çocukluk dönemi aile ilişkilerine dayanır. Yetersizlik duygusunu enine boyuna ele alcağız fakat öncelikle yetersizlik ne demek bu bir öğrenelim.

Yetersizlik yetme kökünden gelmektedir. Yetmek ise bir gereksinimi karşılayacak nitelikte olmak demektir. Yetersizlik ise bir gereksinimi karşılayacak nitelikte olmamaya karşılık gelir. Yetersizlik hissinin altında yatan düşünceler yapamam, beceremem, başaramam, yeteri kadar yetenekli değilim, yeteri kadar zeki değilim ve buna benzer düşüncelerdir. Peki bu düşünceler nasıl kişilerin zihnine yerleşiyor. Yetersiz olduğunu düşünen kişilerle çalışırken genelde gözlemlediğim çocukluk döneminde aile ve çevre ilişkilerinde sorunlar vardır.

Yetersizlik duygusu ön plana çıkmış kişilerle çalışırken ebevyn ilişkileriniz nasıldı diye sorarım. Genelde ailesi tarafından aşağılanmış, fikir ve düşünceleri önemsenmemiş, istek ve ihtiyaçları geri plana atılmış çocukluk geçirdiklerini anlatırlar. İlgisiz ebeveynler, baskıcı ebeveynler, aşırı koruyucu ebeynler çocuklarının kendilerini yetersiz hissetmelerine neden olmaktadırlar. Bu kişiler yetersizlik hislerinden dolayı elde ettikleri başarıların farkında olmayabiliyorlar. Sürekli kendilerini yetersiz ve başarısız görüyorlar.

Çok önemli başarıları olsa bile bunları küçümseyip önemsizleştiriyorlar. Bunu herkes yapardı ben farklı bir şey ortaya koymadım gibi düşünceleri ön plandadır. Yetersizlik duygusu olan kişiler ailesi tarafından onaylanmamış kişilerdir. Başarıları görmezden gelinmiş ve desteklenmemiştir. Mesela sınavdan doksan aldıklarında aferin sana denmemiştir. Hatta bazı aileler daha fazla puan alan kişileri örnek göstererek başarılarını küçümsemiştir. Ya da daha fazla puan alması gerektiğini söyleyerek başarısını hafife almışlardır. Böyle bir duruma sürekli maruz kalınca insanlar bir yerden sonra buna inanmaya başlarlar. Kendilerini başarısız ve yetersiz olduklarını düşünürler.

Kendilerini yetersiz hisseden bireyler aslında öyle çok başarısız insanlar da değildir hatta bir çoğu normalin üstünde başarıdırlar. Hem de çalışkanlardır da buradaki sorun gerçekte var olan potansiyellerinin farkında olmamalarıdır. Neden farkında olmadıkları hakkında az önce bahsetmiştim. Aileleri tarafından o kadar çok buna maruz kalmışlardır ki bir yerden sonra kendileri de buna inanmışlardır. Aynı durum kendini sevmeyen insanlarda da vardır. Ailesi sevmemiştir ve sevgiyi hak eden sevilebilecek birisi olmadığına inanmıştır.

Başkaları onları sevdiklerinde de onlara bu sevgi gerçekçi ve samimi gelmez. Bu konu hakkında daha ayrıntılı bir video hazırlamıştım. Sevgisiz büyümenin insanlar üzerindeki etkisinden bahsetmiştim. Burada da benzer bir süreç ilerler etrafındaki kişiler sen yeterlisin başarılısın yapabilirsin dediklerinde bile buna inanmazlar samimi bulmazlar. Bu tepkilerin altında farklı bir şey ararlar. Sürekli kendilerini başkaları ile kıyaslar ve onların iyi yönlerini görürken kendilerinin daha çok kötü olduğunu düşündüğü yönlerini görürler.

Yetersizlik duygusu yaşayan kişiler ebeveynleri tarafından sürekli daha iyisini yapmaları gerektiği ifade edildiği için mükemmelliyetçi bir yapıya bürünürler. Her yapılan işin mükemmel olmasını isterler ve bu mümkün olmadığı için sürekli kendilerini yetersiz hissederler. Mükemmelliyetçiliği olan kişiler de yetersizlik duygusunu sık sık yaşarlar.

Yetersizlik hissi yaşayan kişiler aileleri tarafından aşırı eleştirildiği ve yargılandığı için eleştirilmek ve yargılanmaktan çok korkarlar hatta böyle durumlardan kaçınırlar ve o ortamlara girmezler. Böyle bir durum söz konusu olursa da baştan yenilgiyi kabul etmişlerdir.

Plansız hamilelikle doğan çocuklarda da yetersizlik duygusu sık karşılaşılır. Anne çocuğu istemiyordur fakat hamile kaldığı için aldırmak istemez ve istenmeyen çocuk haline gelir. Hamileliğin çok zor geçmesi sonrası çocuğun istenmeme durumu, hamilelikte eşi tarafından aldatılan kadının çocuğu suçlaması, lohusalık sendromu yaşayan kadınların çocuklarında da doğduktan sonra özellikle annesi tarafından duygusal olarak eksik bırakılması sonucunda yetersizlik duygusu oluşabilir.

Yetersizlik duygusu çocukluk döneminde ailenin etkisiyle oluştuğu gibi daha ilerleyen yaşlarda çevrenin etkisi ile de oluşabilir. Aileden sağlıklı bir şekilde destek alsa bile çevrenin olumsuz etkisine uzun süre maruz kalmakta değersizlik duygusunu ortaya çıkarabilir.


Örneğin okulda akran zorbalığına maruz kalma, öğretmenler tarafından kötü muameleye maruz kalma da değersizlik duygusunun oluşmasına neden olmaktadır. Özellikle ergenlik döneminde ortaya çıkan bir akran zorbalığı kişinin duygusal gelişimini aşırı olumsuz etkilemektedir. Çocuklar için öğretmenler çok önemli olduğu için onların olumsuz davranışı da değersizlik yapısını oluşturabilir.

Burada önemli olan konu ise bu bahsettiğim konunun bir kere yaşanması değil. Kişinin bu duruma bir süre maruz kalmasıdır. Genelde ebeveynler tarafından değersiz hissettirilen çocuklar okulda ya da daha ilerleyen yaşlarında da farkında olmadan bu durumu kendileri oluştururlar. Aşırı derece sessiz sakin birisi bir şey söylediğinde karşılık vermeyen, bir sorun olduğunda susan bir birey oldukları için insanlar da bundan cesaret bularak daha ileri giderler ve sonrasında akran zorbalığı ve değersiz hissedecekleri durumlar ortaya çıkmaktadır.


Bir danışanım vardı değersizlik üzerine çalıştığımız. Sevgililerinin kendini sürekli değersiz hissetmesine neden olduğunu anlatıyordu. Tabi aslında ilişkileri en başta öyle başlamıyordu fakat danışanım kendisini o kadar değersiz hissediyordu ki farkında olmadan karşısındakine de ben değersizim mesajını veriyordu. Mesela ne yapıyordu sevgilisi canım sen ne istersin diye sorduğunda farketmez sen ne istersen ben de onu isterim. Hangi filme gidelim dediğinde senin istediğine gidebiliriz.

Ya da kendisi bir istekte bulunduğunda o isteği ikinci plana atıldığında hissettiği duyguyu sevgilisine yansıtmıyordu. Sevgilisi üzülmesin diye çırpınıyordu. Kendisini o kadar geri plana atıyordu ki karşı taraf bir yerden sonra zaten onun fikirlerini ya da isteklerini sorma ihtiyacı duymuyordu. Sonrada kendini daha fazla değersiz hissediyordu ve bu durumdan rahatsız oluyordu. Sevgilisine sen ne yaparsan yap ben seni terketmem her zaman senin yanındayım mesajını o kadar net veriyordu ki karşı tarafta kaybetme kaygısı hiç olmuyordu ve hayatından çıkınca da zaten değersiz bir şey olduğu için önemsemiyordu. Bu değersizliği ise kendisi oluşturuyordu.

Sevgilisinin kendisini değersiz hissettiridiğini söyleyen danışanıma size çok fazla değer veren birini bile bulsanız siz bir süre sonra onu değiştirirsiniz çünkü insanoğlu böyledir ne kadar çok verirsen daha fazlasını ister. Yani kişinin davranışları değişmediği sürece dünyanın en iyi insanını bile kendisine değersiz davranmasına neden olur çünkü zaten kendisi de kendine öyle davranıyor. Kendisine değersiz hissettirilmesinden rahatsız ama kendisi de kendine o rahatsız olduğu şekilde davranıyor.


Dedik ki yetersizlik duygusu sadece ebevynle alakalı oluşmaz daha sonra ki dönemlerde maruz kalınan değersiz hissettiren olaylarla da oluşur. Okulda hayatından sonra iş hayatında yaşanan mobing ve duygusal ilişkilerde yaşanan değersiz hissettiren durumlar da yetersizlik duygusunu ortaya çıkarır.
Yetersizlik duygusu bazı psikolojik problemlerle de ortaya çıkmaktadır. Kaygı bozuklukları ve en çok sosyal fobi de, depresyon, travma sonrası stres bozuklukları, kişilik bozukluklarında da yetersizlik duygusu görülmektedir.

Yetersizlik duygunun nasıl ortaya çıktığı hakkında bilgiler aktardık şimdi ise biraz yetersizlik duygusu ile nasıl baş edebiliriz konusunu ele alalım. Bu duygu çok güçlü ve insan hayatında yıkıcı özelliğe sahip olduğu için kişilerin kendi attıkları adımlarla çözmeleri çok zordur. Çoğu kişi atacağı adımı bilir fakat o adımı atamaz çünkü yetersizliğe kendileri de inanmaktadır.

Yani bu değişim biraz da kendine karşı yapılan bir savaş gibidir. Yetersizlik duygusu yaşayan kişiler de kendini yetersiz olarak kabul etmişlerdir. Başkalarının kendilerine davranışlarından rahatsızdır ama kendileri de başkalarının davrandıkları gibi kendilerine davranırlar. Eğer yapılabilirse yetersizlik duygusunu en derinden çözebilecek adım başkalarının kendilerine davranmalarını istediklerini gibi kendilerine davranmalarıdır.

Kendilerine şefkat göstermeleri, kendi başarılarını takdir etmeleri, kendi başarılarını önemsemeleri, kendilerini ikinci plana atmamaları, kendilerini ön plana koymaları, kendi istek, ihtiyaç ve beklentilerini bilerek hareket etmeleri eğer bunları bilmiyorlarsa kendilerini tanımak için adımlar atmaları yaşadıkları sorunları çözme açısından çok önemli olacaktır. Bunların yanı sıra profesyonel olarak alınacak bir psikolojik destek hızlı bir şekilde sorunlarını çözmelerine yardımcı olacaktır.

Bugün sizlere yetersizlik duygusu ve baş etme yollarından bahsettim umarım sizlerde farkındalık oluşturmuştur.

Uzman Klinik Psikolog Yonca ECER KAYADUMAN

Read more

DEĞERSİZ HİSSETME ( ÖZDEĞER)

Kendini Değersiz Hissetme

İnsanlar her zaman kendi kimliklerini, kişiliklerini bir değer üzerine oturtmak arzusundadırlar. Eğer ben Ahmet’in dediklerini yaparsam değerli olurum, erkek arkadaşım beni terk etti ben değersizim değerli olsam terk etmezdi. Bu davranışım yüzünden annemin gözünden düştüm, ödevimi zamanında teslim edip öğretmenimin gözüne girdim.

Kendi değerimizi asansör gibi bir yükseltiriz, bir alçaltırız. Sanki bizim değerimizi belirleyen dışarıdaki insanlardır, onlar bizi isterlerse değerli isterlerse değersiz yapabilirler. Biz bu yetkiyi kayıtsız şartsız onlara vermişiz ve biz başkalarının gözünde, değerli olmak için çırpınır dururuz. Ama herkesin algılayışı farklıdır bugün birinin gözünde seni değerli hissettiren davranışın yarın başkasının gözünde seni değerli hissettirmeyebilir. Hatta bugün seni değerli hissettiren davranışın, aynı kişiye başka zaman yaptığında dahi seni değerli hissettirmeyebilir.

Yani aynı kişinin nezlinde bile bir olaya birden farklı atıfta bulunurken, nasıl olurda bu insanların gözünde her zaman değerli olma gibi bir şeye kalkışırız. O kadar büyük ve zor bir savaştır ki, bu savaş bizi biz olmaktan çıkarır. Dışarıdaki insanları mutlu edeyim derken kendi arzuladığımız, içten içe olmasını istediğimiz hayatı yaşayamayız. Hayatı kendimiz için değil başkalarını mutlu etmek için yaşamış ve güzelim hayatımızı başkalarına güzel görünmek için harcamışızdır.
Başkalarını mutlu edecek davranışları bilinçaltımıza kodlar ve o davranışı her zaman yaparız

 Örneğin; Ayşe hanım iş arkadaşlarının gözüne girebilmek için kendi işi dışında arkadaşlarının işlerini de koşturmaktaydı. Bu davranışı sonucunda arkadaşlarının Ayşe hanıma bir gülümseyişi kendini değerli hissetmesine neden olur ve arkadaşımın gözüne girdim gibi düşünceler içine girer. Daha sonra bu düşünce kendi işim olmasa bile başkalarının işini yaparsam o zaman ben değerli olurum şeklinde bilinçaltına kodlanır. Kodlanan bu düşünceyi hayatının bütün farklı alanlarında da ilk andaki gibi kullanmaya başlar. Evde eşi ile iş paylaşımında eşinin yapması gereken işleri yapmaya başlar.

Çocuğunun yapması gereken işleri ekseriyetle üstlenir, arkadaşlarının neredeyse bütün işlerini sanki kendisi yapmak zorundaymışçasına kendi üstüne yüklenir ve böylece kendinin değerli olduğunu düşünür. Ben yardımsever bir insanım ve herkes beni seviyor, bana değer veriyor düşüncesi O’ nu mutlu eder. Bu böyle uzun yıllar devam eder ve Ayşe hanım fiziksel anlamda çok yorulmasına rağmen kendini mutlu hissettirir ve değerli olduğunu düşünür.

Ayşe hanım bir gün arkadaşlarına davet edilir birkaç arkadaşıyla birlikte Leyla hanım da toplanmışlardır. Arkadaşlar kendi aralarında bir süre konuştuktan sonra ev sahibesi olan Leyla hanım arkadaşlarına bir şeyler ikram etmek için mutfağa gider. Hemen Ayşe hanımın bilinçaltına kodladığı; arkadaşlarımın işlerini yaparsam kendi değerimi artırabilirim düşüncesi harekete geçer.

Aradan bir iki dakika geçer hemen Ayşe hanımda mutfağa gider ve Leyla hanıma hiçbir şey söylemeden yardımcı olmaya başlar. İlk başta bu duruma şaşıran Leyla hanım pekte tepki göstermez. Derken Ayşe hanım işlere karışmaya başlar bunu böyle yapsak daha güzel olur, şunu şöyle yapsak daha güzel olur. Çaylar açık olsun kurabiyeleri o şekil dizme güzel gözükmüyor gibi müdaheleler de bulunmaya başlar.

Leyla hanım bu durumdan rahatsız olur ama bir şeyde söyleyemez. Daha sonra ikramlar yapılmaya başlanır tabiki de Ayşe hanım tarafından yapılır bunlar. Sanki evde daveti veren Ayşe hanımmış gibi davranmaya başlar, Leyla hanım bu duruma çok sinirlenir ve artık dayanamayacağı düzeye gelir. Ayşe hanıma benim yaptıklarımı beğenmiyor da benim yerime sen mi yapıyorsun? diye serzenişte bulunur.

Bu tepkiye Ayşe hanım pek anlam veremez ve çok şaşırır çünkü kodladığı düşünce O’ nu mutlu etmesi ve değerli hissettirmesi gerekiyordu. Ama arkadaşının söyledikleri Ayşe hanımı mutlu etmedi ve O’nun gözünden düştüğünü hissettirdi. Halbuki daha öncede aynı şekilde davranmıştı ama hiç böyle bir tepki almamıştı bu durum karşısında şaşkına dönen Ayşe hanım adeta bir boşluğun içine düşmüştü. Çünkü O’ nu mutlu eden düşünce çerçevesi artık mutlu etmiyordu ve bu durum Ayşe hanımın büyük bir endişe yaşamasına neden olmuştu.

*Unutmayalım dünyaya tekrar gelmeyeceğiz! kendi hayatınızı kendi istediğiniz gibi yaşayın başkalarının beyinlerini kullanmayın.Başkalarının sizin duygularınızı yönlendirmesine izin vermeyin!

Uzman Klinik Psikolog Yonca ECER KAYADUMAN

Read more

TERK EDİLME KORKUSU VE TEDAVİSİ

Merhaba Sevgili yekpsikoloji.com takipçileri, bugün size ‘’Terk edilme Korkusu’’ üzerine bilgiler vereceğim. Terk edilme, genelde ilişkilerde en çok bizi kaygıya sokan konulardan birisidir. İnsanlar güzel bir şey yaşadığında onun sonsuza dek ya da uzun süre sürmesini ister. Her ne kadar güzel bir şeyin sonsuza dek sürmesi bizim için uzun vade de iyi bir şey olmasa da bu şekilde devam etmesini isteriz.

Sonsuza dek sürmesinin iyi bir şey olmamasını kısaca açıklamak gerekirse, bir insan onu mutlu eden bir konuyu sürekli yaşarsa bir süre sonra ona karşı duyarsızlaşır ve ilk başlarda hissettirdiği duyguyu yaşamamaya başlar. Bir süre sonra da bu hissedilen yoğun mutluluk duygusu azalarak tamamen hissedemeyecek seviyeye gelir. Bu bizim uyum sağlama özelliğimiz ile alakalı bir durumdur. Yeni bir durum bizde bir duygu oluşturur. Duygunun yoğunluğu başlarda yüksektir zamanla bu yeni duruma alışır uyum sağlarız ve normalleştiririz. Bir süre sonra da o duygular nötr ya da çok az seviyeye gelir.

Örneğin, en sevdiğiniz yemeği her gün yerseniz. Başlarda bu sizi mutlu eder. Ondan haz ve tat alırsınız. Fakat bu en sevdiğiniz yemeği 3 ay boyunca her gün yerseniz bir süre sonra o yemeğin size verdiği tadı algılamamaya başlarsınız. Karnınızı doyurur fakat tat almazsınız.

Bu bağlamda ilk başlarda heyecan veren mutlu eden ilişkiler. İlk başladığı şekilde kalırsa bir süre sonra sıkıcı hal alır ve istenmeyecek seviyeye gelir. Tabii bugün konuşacağımız konu bu olmadığı için bunu daha fazla uzatmadan asıl konumuza geri dönüyorum. Terk edilme kaygısı…

İnsan sahip olmadığı bir şeye karşı kaybetme kaygısı yaşamaz fakat bir şeye sahip olduğunu fark ettiği andan itibaren onu kaybetme kaygısı ile alakalı süreç başlar.

Duygusal bir ilişkide kaybetmek, en sık terk edilme ile ortaya çıkar. İlişki de terk edilme ihtimali her zaman vardır ve zaman zaman akla gelir. İlişki sürecinde terk edilme düşüncesini pekiştirecek davranışlar ya da eylemler, dikkatin buraya yönelmesine neden olur.

Terk Edilme Kaygısı Nasıl Patolojik Seviyeye Gelir?

Az önce de söylediğim gibi her ilişkide terk edilme ihtimali vardır. Bu ihtimalin varlığı ile baş edebilmek ilişkiyi sağlıklı bir şekilde götürmenize katkı bile sağlayabilir. İlişki de odak terk edilmeye yönelirse ve bu düşünce bazı pekiştireçlerle güçlenirse bir süre sonra ilişki yıpranmaya başlar.

Bu pekiştireçler ne olabilir? Bir tartışma esnasında ilişkiyi bitirmeye yönelik imalarda bulunulması, aldatılma düşüncesini akla getirecek bazı davranışlar, terk edilme düşüncesini güçlendirir.

Terk edilme düşüncesi güçlenirse bu düşüncenin kişide oluşturduğu stres artar. Zihin bu stresle yaşamak istemez. Stresi bir sorun olarak değerlendirir ve bu stresi ortadan kaldıracak adımlar atmak ister. Bu noktada zihin terk edilme kaygısı ve bu kaygıyı ortadan kaldırmak isteyen yapı ile çatışmaya girer.

Terk edilme, bir ihtimal ve belirsiz bir durumdur. Belirsiz durumlar ise kişide kaygı oluşturur. Zihnimiz ise kaygıyı sevmez bu yeni durumu normalleştirmek ister. Bunu normalleştirmek içinde o durumu (terk edilme) sık sık akla getirir. Fakat akla gelince stres ve kaygı artar, kaygı artınca da kaygıyı azaltmak için o düşünceyi akıldan uzaklaştırmak ister. Aslında kişi, kaygıyı azaltmak için düşünceyi akla getiren sisteme müdahale etmese ve kaygı ile baş edebilse sorunu çözecektir. Çünkü kaygı azalacak ve kişi bu kaygıdan rahatsız olmayacak seviyeye baş edebilecektir. Fakat kaygı ile baş edemediği için onu uzaklaştırma yolunu seçer. Bu seviyeye gelince de zihnin işlevselliği bozulur ve kaygı döngüsüne girer. Bu döngüye giriyorsa kişi onun içinden çıkması zordur. Bu döngü her defasında kişinin rahatsız olduğu durumun yoğunluğunu artırır.

Terk edilme düşüncesi – kaygı – kaygıyı bastırmak için düşünceyi uzaklaştırma – düşünceyi uzaklaştırmak için ise düşüncenin zihne gelmesi gerekli – zihne gelince yine kaygı artar ve uzaklaştırmaya çalışır. Böylece içinden çıkılmaz bir sarmalın içine girer.

Bu çıkmazla uğraşan zihin bu düşüncenin verdiği rahatsızlığı ortadan kaldıramayacağını anlayınca komple bu durumu ortadan kaldırmak ister. Terk edilme durumunu ortadan kaldırmak demek ya terk edilmektir ya da terk etmektir.

Zihin belirsizliği sevmez. Belirli bir durumun verdiği zararı belirsiz bir durumun vereceği zarara tercih eder. Yani sürekli düşüyor gibi hissetmektense dibe çakılmayı tercih eder. En azından süreç sonlanmış olur ve bundan sonra ne yapacağını bilir.

Terk edilme kaygısı olan kişi önceleri her ilişkide olan terk edilme ihtimalini sıfırlamaya çalışır. Terk edilmeyeceğini garantilemek ister. Bunun için partnerine sürekli beni seviyorsun değil mi? Hep yanımda olacaksın değil mi? Durduk yere hiç konusu yokken bile beni hiç terk etmeyeceksin değil mi? Gibi sorular sorarak terk edilme belirsizliğini ortadan kaldırmak ister. Bazen de en ufak bir tartışmada beni terk etmek mi istiyorsun? Gibi sorular sorarak yine o belirsizliği ortadan kaldırmak ister. Partneri her ne kadar onun istediği cevapları verse de bu anlık rahatlama sağlar ve kısa bir süre sonra tekrar benzer konular konuşulur, benzer sorular sorulur. Stres artık o kadar çok artar ki partnerinin verdiği rahatlatıcı cevaplar rahatlatmamaya başlar ve bu kaygı ile baş edemeyip uzaklaşırlar.

Bu yüzden terk edilme kaygısı ile baş edemeyen ve zihinsel karmaşanın içinden çıkamayan kişi partnerinin kendisini terk etmesi için elinden gelen her şeyi yapar. Partneri buna rağmen terk etmese bile kendisi ilişkiyi bitirir ama sanki karşı taraf terk etmiş gibi de yas tutar.

Bu da yukarıda bahsettiğim gibi belirli durumu ( terk etme veya terk edilme) belirsiz duruma (terk edilme ihtimali) tercih etme biçimidir.

Bu durum ebeveyn ile güvenli ilişki kurmuş kişilerde çok nadir görülür. Sıklıkla ebeveynden güveni alamayan veya çocukluk döneminde ailesi tarafından bir süreliğine ya da temelli terk edilme geçmişi olan kişilerde sıklıkla görülür.

Çocukluk döneminde terk edilme geçmiş yaşam deneyimi olan bireyler. O dönemde terk edilmeye nasıl tepki verdilerse yetişkinliklerinde de benzer tepkileri verirler. Terk edilme durumu ile karşılaştıklarında o yetişkin birey gider ve yerine terk edilmiş çocuk gelir. Terk edildiğinde ise o çocuk gibi tepkiler verir.

Bu tarz insanlar sadece duygusal ilişkilerinde değil arkadaş ilişkilerinde de benzer durumlarla karşılaşabilirler. Çok sık karşılaşılan bir özellikleri ise terk edilmemek için kendi kişiliklerinden ödün vermeleridir. Belki bir başka makalemde de bu konu üzerine dururuz.

Eğer kişi bu döngüye girdiyse bunu aşabilmesi için psikoterapi alması gerekir. Bilinçaltına yönelik yapılacak terapiler ( hipnoterapi, emdr terapi) bu anlamda etkili terapi yöntemlerindendir.

Uzman Klinik Psikolog Yonca Ecer Kayaduman

Read more
kuşadası psikolojik danışman

İLİŞKİLERDE BEKLENTİLER,KEHANETLER VE GERÇEKLER..

çift – evlilik – mutlu ilişkiler

Pygmalion çok güzel bir kadın heykeli yapar ve aşık olur heykele, isim verir Galatea diye. Çok aşık olur ve yalvarır tanrılara, o bir heykel değil de gerçek bir insan olsun, canlansın diye. Afrodit/Venüs duyar onu, koşar yardımına. Gerçek olmuştur hayali…
Mitolojik öykülerden gelip de, psikolojide araştırma konusu olmuş şahsiyetlerden biri de, Kıbrıslı yetenekli heykeltıraş Pygmalion; literatüre kazandırdığı tanımlama da “Pygmalion Etkisi,” diğer bir deyişle “Kendini Gerçekleştiren Kehanet,” ya da “Beklenti Etkisi.” Peki, nedir Pygmalion etkisi? En basit tanımla, “insan neyi beklerse onun gerçekleşme ihtimali yüksektir,” anlamına gelir. Yani beklentimiz, düşüncelerimize ve davranışlarımıza, dolayısıyla ulaşacağımız sonuca yön verir. Beklentilere ilişkin bu çıkarım, sadece nesilden nesile aktarıla gelen bir efsaneye değil, yapılan pek çok araştırma sonucuna dayanan bir durumdur; ve evet, beklentiler, durumlara, kişilere ve ilişkilere dair beklentilerimiz, olacakları da şekillendirmektedir. Merak edenler Rosenthal araştırmalarını ve diğer kendini gerçekleştiren kehanet (self fulfilling prophecy) konusunda yapılan diğer çalışmaları okuyabilirler. Ancak bu yazının konusu, ilişkilerde beklentiler, ilişkilerde kendini gerçekleştiren kehanetler.

İLİŞKİLERDE PYGMALİON
Son 10 yılda boşanmalar % 80 oranında artmış durumda. İyi biliyoruz ki evliliklere “ömür boyu birlikte olalım” diyerek değil, “boşanabiliriz” denilerek başlanıyor. Geleceğe dair beklenti, bugünkü davranışları, bugünkü davranışlar da geleceği şekillendiriyor. Döngü olumsuz işliyor. Gelin genel bir örnekle bakalım:

İlişkinin biteceğine dair inanç/olumsuz beklenti…
Çatışma durumlarının gerçekleşmesi (kaçınılmaz) ve olumsuz inancın güçlenmesi…
Olumsuz beklentinin yarattığı uzaklaşma hissi ve davranışı…
Paylaşımda azalma, beklentiye uygun şekilde ayrılığın dillendirilmesi…
Olumsuz beklentinin güçlenmesi…
Beklentiye uygun davranışların (olumsuz) sürdürülmesi…
Ayrılık / Boşanma…
BEKLENTİNİZİ YÜKSEK TUTUN
“İlişkilerde beklentinin yüksek tutulması pek çok sorunun yaşanmasına sebep olur; bu nedenle beklentinizi düşük tutun, daha mutlu olursunuz” gibi yaygın ancak hatalı bir önerme var. Önerinin temelinde sunulan motivasyon ise, “hayal kırıklığını önleyin!” Araştırmalar diyor ki: beklentinizi yüksek tutun! North Carolina Üniversitesi’nden Donald Baucom, on yılı aşkın süre boyunca evlilikte beklentiler konusunu araştırdı ve sonunda ulaştığı bilgi, insanların evlilikten ne bekliyorlarsa onu elde ettikleri. İlişkide beklentileriniz ne kadar yüksekse ona ulaşma olasılığınız da o kadar yüksek olacaktır; beklentinizi yüksek tutun.

MÜKEMMEL DEĞİL, YETERLİ BİR İLİŞKİYİ HEDEFLEYİN
Gottman’ın 1974 yılından bu yana süren ilişki araştırmalarından, mutlu ilişkilerden elde edilen verilere dayanarak diyoruz ki, hedefiniz “yeterince iyi bir ilişki” olsun. Yani ilişkileri idealize etmeyin. Yeterli bir ilişki hedefleyin ve beklentinizi yüksek tutun. Her ne kadar bu iki önerme kulağa, birbiri ile çelişiyor gibi gelse de, açıklaması yine araştırma sonuçlarında yer alıyor. Yeterli ilişki dediğimiz tanım, mutlu ve güçlü ilişkilerden öğrendiğimiz pek çok özelliği içinde barındırıyor. Peki nedir mutlu, güçlü, yeterli ilişkilerin özellikleri?

MUTLU İLİŞKİLERDEN ÖĞRENİN
Mutlu çiftler, öncelikle iyi arkadaşlar, birbirlerini iyi tanıyorlar. Birbirlerini beğeniyor bunu da ifade edebiliyorlar. Tatmin edici bir cinsel yaşamları var. Birbirlerine güveniyor ve bütünüyle bağlılık duyuyorlar. Sorunlar hakkında yapıcı bir biçimde tartışabiliyor, çatışma içinde oldukları problemlerle ilgili diyaloğu sürdürebiliyor, tartışabiliyorlar. Evet mutlu ilişkilerde de tartışmalar ve çözülemeyen konular var, ama bu konular hakkında birbirlerini anlamaya, uzlaşmaya çalışıyorlar. Birbirlerini kırabiliyor, pişmanlık yaratan durumlar içinde bulabiliyor, ama telafi etmeyi de biliyorlar. Her biri diğerinin hayallerini iyi biliyor ve farklı olsalar da bu hayalleri gerçekleştirmek için ellerinden geleni yapmaya devam ediyorlar. Ortak değerleri var, ortak hedefleri var ve ortak bir anlam sistemi oluşturabiliyorlar. Çocuklarını nasıl yetiştirecekleri, evlerinin nasıl olmasını istedikleri, tatillerini nasıl geçirecekleri gibi sembolik konularda hemfikir olabiliyorlar.

Lütfen, bu yukarıda yazan özelliklerde yeterli bir ilişkiyi hedefleyin. Yeterince iyi ilişkilerde insanların kendilerine nasıl davranılmasını istedikleri ile yüksek beklentileri var. Güçlü ilişkilerde partnerler birbirlerinden sevgi, ilgi, saygı, sadakat ve şefkat görebilmeyi, ilişki içinde güvende hissedebilmeyi bekliyorlar. İstismarın herhangi bir şeklini kabul etmiyorlar.

BEKLENTİLERİNİZ HAKKINDA KONUŞUN
Partnerinizin size nasıl davranmasını istediğiniz ile ilgili beklentinizi yüksek tutun. Bu evrenden torpil istemek değil, sadece partnerine ihtiyaçlarını anlatmaktır. Güçlü ilişkilere baktığımızda, birbirlerinden beklentilerini, duygularını, ihtiyaçlarını kesintisiz bir diyalog halinde konuştuklarını görüyoruz. Kişilerin birbirlerini eleştirmeden (sen bozuksun demeden) suçlamadan (bana bunu nasıl yaparsın demeden) salt ihtiyaçlarını anlatmaları hatta şikayet etmelerinde hiçbir sorun yok. “Beni hep ihmal ediyorsun” denmesi eleştiri, savunma gibi ilişkiyi yıkıma götüren iletişim paternlerine sebep olurken, “seninle daha çok vakit geçirmek istiyorum” denmesi gerçekten ihtiyacı ortaya koyduğundan en kötü ihtimalle vakit geçirmek istemenin önünde bulunan engellerin konuşulmasına fırsat verir. Ancak bu yakınlık ihtiyacından hiç bahsedilmemesi kişilerin birbirinden uzak ve duygusal olarak kopuk bir geleceğe sürüklenmesine sebep olur. İhtiyaçlarınızı, birbirinizden beklentilerinizi dillendirin; duygularınızı paylaşın – olumsuz olsalar da. Her olumsuz duygunun içinde özlemi duyulan konuya ilişkin bilgiler vardır. İlişkinizi bu bilgilerden mahrum bırakmayın.

YENİDEN, BEKLENTİNİZİ YÜKSEK TUTUN!
Kendinize nasıl davranılmasını istediğiniz ile ilgili beklentilerinizi yüksek tutun. Bu konuda yüksek beklentiler, size nasıl davranıldığını belirliyor ve mutluluk getiriyor. Kendi gerçeğinizi partnerinize açık ve dürüstçe anlatın, ihtiyaçlarınızı belirtin, şikayetlerinizi belirtin (eleştiri, savunma, aşağılamaya girmeden), hayallerinizi anlatın. Partnerinizin hayallerini dinleyin, öğrenin, geçmişini, öğrenmelerini, beklentilerini iyi bilin. Bunları gerçekleştirmek için de elinizden geleni yapın. Güçlü ilişkilerin olmazsa olmaz özelliklerinden birbirini tanımak, çatışmayı yönetebilmek, hayalleri gerçekleştirebilmek ve ortak anlam yaratabilmek için beklentilerin, ihtiyaçların paylaşılması hayati önem taşır. Ancak ihtiyaçlar bilindiğinde ve karşılandığında kişiler kendilerini güvende hissedebilirler. İyi davranılmak, sevilmek ve güvende hissetmek, herkesin olduğu gibi sizin de hakkınız. Daha azına tamam demiyor olun.

Ve izin verin, ilişkinizde, olmasından koktuğunuz gelecek senaryoları değil, hayal ettiğiniz heykeller canlansın.
Mutlu ilişkiler dilerim…

Read more
Randevu Al !